"Mandela Etkisi" nde misiniz?

Tuhaf bir ikiye bölünmüşlük yaşanıyor, birkaç yıl önce Fiona Broome isimli bir yazarın ortaya attığı bir iddiadan beri... ismini verdiği Mandela’nın söz konusu “etki” sini anlama konusunda çok da huzurlu olamadığımız.

Bu etki var mı, yok mu? Bilinmez. Ama olacak mı ? Kesinlikle evet. Bir gün keşfedecekler onun yolunu ve umarsızca kullanacaklar üzerimizde....Çünkü insanoğlu kendisini kabul ettirme yolu olarak “gerçeği bükebilme” yeteneğini keşfetmeye devam ediyor ve bu konuda yapabilecekleri de sınır tanımıyor.

Bu etki ismini; yaşamı ve çektikleri büyük bir ibret konusu, ama mücadele gücü ve liderlik yetenekleri ise ders konusu olan bir önderden alıyor.   Nelson Mandela....

Nelson Rolihlahla Mandela (1918 - 2013), Afrikalı “Ayrımcılık Karşıtı” aktivist lider ve devlet adamı. Yaşamının neredeyse tamamını inandığı değerler için kullanmış ve ne mutlu ona ki, bu mücadelesinin dekarşılığını görebilmiş bir liderdir. Halkın, tamamının temsil edilmediği ve sadece beyazlardan oluşan parlamentonun çıkardığı kanunlara uymak zorunda olmadığını savunduğu için, Beyaz Yönetim tarafından 1964'te ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır. Bu davranışıyla ırk ayrımına karşı mücadele eden Afrikalı siyahların simgesi olmuş ve dünyanın en ünlü mahkûmu olarak tanınmış ve anılmıştır. Afrika’nın en güneyinde Robben Adası'nda 27 yıl hapiste kaldıktan sonra 1980'li yıllarda, ırkçılığa karşı mücadelenin bütün dünyada yoğunlaşması üzerine adı duyulmuş. 1990 yılında , 71 yaşında serbest bırakıldığında, başladığı işi bitirebilmiş ve 1994 yılında da Devlet Başkan seçilmiştir..

Kendisini bu hüzünlü ama onurlu tabloya yaslanan Mandela Etkisi ise, Fiona Broome tarafından tanımlandıktan hemen sonra yaygın bir kabul görebilmiştir..

Konu, Nelson Mandela’nın 80’li yıllarda hapisteyken öldüğü efsanesine dayanıyor. 2013’te Mandela’nın ölüm haberi birçok kişiyi üzerken aynı zamanda milyonlarca kişiyi de şok etmiş ve “Mandela 80’lerde ölmemiş miydi?” algısı oluşmuştur. Yani aslında yıllardır yaşayan Nelson Mandela gibi değerli bir insan dünya nüfusunun çoğu tarafından 1980’li yıllarda hapishanede ölmüş olarak kabul ediliyor. (Bu aynı zamanda toplumsal bir yanılsama ve hafıza kaybını da ne kadar kolay olduğunu ortaya koymakta.)

Hatta insanlık hafızası “Gerçek Mandela 80’lerde öldü” diyenler ile, “Gerçek Mandela şimdi öldü, peki o zaman 80’lerde ölen kimdi?” diye bir kez daha bölünüyor. Birçok ülkede ciddi tartışmalar ve kafa karışıklığı yaratan bu durum, Mandela Etkisi (Mandela Effect) adını alıyor. Bizler o tarihler de, kendince haklı gerekçelerle ona verilmiş olan Barış Ödülünü reddettiği için, kendi suni gerçekliğimiz içerisinde Mandela haberlerini sansürlediğimizden, bu tartışmaların bir güzel dışında kalıyorduk.

Mandela Etkisi, sadece birkaç kişinin ya da bir grubun değil, neredeyse tüm dünyanın doğru kabul ettiği, hatta şahit olduklarını düşündükleri, bir yanılgı durumu. Aslında büyük bir grubun bir bilgiyi ya da olayı yanlış aktarmasından kaynaklanan kitlesel bir yanılsama.

Bu, genellikle medya üzerinden yapılan bir manipülasyon nedeniyle olabiliyor. Özellikle siyasetçi ya da onun ölümü gibi durumlar bunlara en belirgin örnek. Hatta abartı, rant ve sırf tiraj için yapılan uydurma içerikler de Mandela Etkisi’ne katkı sağlamakta. Bu nedenle de bolca ve sıkça kullanılıyor. Düşündüğünüz zaman bulacaksınız; o kadar çok böylesi toplumsal yanılsamamız var ki, neyin gerçek olduğu önemini kaybetmiş durumda bile olabiliyor.

İnsanoğlu, gerçeğin değiştirilerek kendisine sunulmasına ve kendisini yolundan çıkarmasına hiç bu kadar elverişli olmamıştı. Tarih boyunca inanç sistemleri ile aydınlanmanın sayesinde gelen, eleştirel ve soru sorabilen düşünce sistemleri arasında sıkışıp kalmıştı “gerçek”. Günümüzde ise bu sıkışmış olan gerçek, dünyanın hemen her yanından, teknoloji ve dijitalleşmenin yarattığı imkanları sonuna kadar kullanarak, kendisini ortaya atmakta ve temizlenme/arınma işleminden geçememiş sular, steril sulara karışarak ortalık bulanmakta.

Son bir yıldır dilimize dolamış olduğumuz “Gerçek Ötesi(Post-Truth)”nin de yeni bir şey olduğunu düşünmüyorum. Zaten Gerçek Ötesi kurgulanmış ve yönetilen bir çağda yaşıyoruz. İnsanlık zaten hiç bir döneminde yalın gerçeği yaşayamamış veya ona yaşatmamışlar.

1900ler, 1700ler, Ortaçağ, Karanlık çağlar? Tarih boyunca gerçeği eğip büken, gizleyen güçlü ideolojiler, dinler ve inanç sistemlerihep olmadı mı ? Sırtını ve kurallarını, tamamen sorgulanabilir gerçekler ve kanıtlar üzerine dayamış, tüm kurumlarını ona göre yapılandırmış bir topluma rastlayabilir miyiz? İnanın, birkaç istisna haricinde “insan”, hikayelerle düşünür, gerçeklerle değil. Çünkü doğduğu günden beri bilinci, hikaye, mit ve gerçek ötesi bilgilerle şekilleniyor ve dolduruluyor. Hayal gücü yüksek, tüm aile büyüklerimizin masalları ile açmadık mı gözümüzü dünyaya? Fasulye ağacına tırmanıp tanışmadık mı devlerle ?  Bostana giren danaların ve söğüt dalına yuva yapmış mandaların huzurunda dalmadık mı o çocuksu rüyalara , uykulara.

İşte bu nedenle, ve yaratılan alışkanlıkla, iyi bir hikaye gerçek ile çeliştiğinde pek azımız gerçeğin hikayeyi bozmasına izin veriyoruz. Çünkü inanmak kolayımıza geliyor. İnandırılmış olmayı seçiyoruz, belki de kandırıldığımızı bile bile sırf daha kolay ve zahmetsiz olduğu için.

Y.N.Harari ; “Türümüz, gerçeğe sıkı sıkıya inandığı için gezegeni fethetmedi. Gezegeni kalabalıklar halinde “esnek” işbirliği yapabildiği için fethedebildi. Her fetih, insanlığın etrafında ve çıkarlarında buluştuğu her büyük işbirliği, bir kurguya, ideolojiye veya inanca dayandı. İnsanlara “E=mc2” diyerek harekete geçiremezsiniz. Onları harekete geçirmek ve etrafınıza toplamak için iyi bir hikayeye her zaman ihtiyaç duyulmuştur” diyor.

Düşünün; tarihi bile “galiplerin” yazdığı bir dünya da yaşıyoruz. Dönüp “tarih” diye bize okutulanların, anlatılanların ve yutturulanların ne kadarı gerçek olabilir.

Sadece düşünün.....

                                          ---- 0 ----

Şimdi izninizle, benim için “gerçek” olan , Mandela Etkisine gelmek ve o büyük insanın hatırasını “gerçek bükücülerin” zulmünden kurtararak hak ettiği yere oturtmak istiyorum.

Invictus” filminde Mandela’nın mücadele gücü çok önemli bir simgeye eşleştiriliyor. Benim etkilenmem de işte oradan başlıyor ve orada kalıyor. Mandela; 27 yıl süren çok ağır hapisliğinde, bir şiirden ve onun dizelerinden kuvvet aldığını ve her yere düştüğünde, onun sayesinde ayağa kalktığını söylüyor.

Bu etki ile aynen Mandela gibi benim de duygularım, William Ernest Henley’In “Invictus” şiiri ile buluştuğunda, içimi kaplayan sınırsız bir okyanus ve dağ havası oluveriyor. İçinde yenilgiyi kabul etmemek, direnmek, karşı koymak, vazgeçmemek, arzu, hayal, ümit, güç barındıran. En çok yatmak istediğin zaman seni kaldırmayı ve dimdik ayakta tutmayı başaran bir simge.

William Ernest Henley

William Ernest Henley

Out of the night that covers me,
Black as the pit from pole to pole,
I thank whatever gods may be
For my unconquerable soul.

In the fell clutch of circumstance
I have not winced nor cried aloud.
Under the bludgeoning of chance
My head is bloody, but unbowed.

Beyond this place of wrath and tears
Looms but the Horror of the shade,
And yet the menace of the years
Finds, and shall find me, unafraid.

It matters not how strait the gate,
How charged with punishments the scroll,
I am the master of my fate:
I am the captain of my soul.

 

(Onlarcası içerisinden en uygun tercümeyi seçmeye çalıştım, siz lütfen kendi tercümenizi kendiniz yapın.)

Üzerime çöken geceden başka,
Kapkaradır o çukur da boydan boya.
Hangi Tanrılar bahşetmiş bilmem ama,
Şükrederim yenilmez ruhum için onlara.

Feleğin pençesine düştüğüm anda,
Ne irkildim, ne de sızlanıp durdum.
Kaderin kılıcı tepeme bindiğinde,
Kana bulandı da başım, eğilmedi hiç boynum.

Gazap ve gözyaşı ülkesinin ötesinde,
Görünmez hiçbir şey, gölgeniz dehşetinden sonsuz.
Bunca senelerin tehdidinde, gölgesinde,
Çalsınlar da kapımı, bulsunlar beni korkusuz.

Dar olmuş, ne fark eder kapının kendisi,
Çetinse cezam, fark eder mi zindanı,
Benim, kendi kaderimin efendisi,
Benim kendi ruhumun kaptanı.

Bu şiir; Nazım Hikmet’in “Bugün Pazar” şiiri, Deniz Gezmiş’in mırıldandığı “Dağlarına Bahar Gelmiş Memleketimin” türküsü ile bir anda sarmaş dolaş oluyor kendi gerçeğimde.

Deneyin, en umutsuz anınızda,

Kaderimin efendisi de benim, ruhumun kaptanı da” demeyi..

Göreceksiniz karşınızda zorlukların birer birer aşıldığını, korkuların yerlerini daha güçlü tutkulara terk ettiğini. Deneyin, asla pes etmeden...

Bu sayfadan çıkarken, aklınızda bu şiirin sözlerini hapsedin ve burada bırakmayın.

I am the master of my fate:
I am the captain of my soul
.”